11 Mayıs 2013 Cumartesi

21 Aralık 2012 geçti, peki ya şimdi?

2012 yılı sanırım son zamanların ek konuşulan yılı oldu. Zira 2012 yılı, Mayalar’ın başını çektiği 21 Aralık 2012’yi işaretleyen takvim ve kehanetler sebebiyle insanların kıyamet ve ya büyük değişim beklentileriyle dolup taştığı bir yıl oldu.
Önce geçmişe kısaca bir bakalım. Takvimler ve kehanetler nasıl ortaya çıktı hatırlayalım.  İnsanlık tarihi boyunca farklı kültürler farklı yaşam tarzları ve ilgi alanlarına sahip olsalar da, hepsi önce yaşamak ve ayakta kalmak için Maslow’un Piramid’indeki temel ve fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamaya odaklandılar. Avcılık ile başlayan bu yolculuk daha sonra tarım ile birlikte yerleşik düzene geçişi getirdi. Doğa’da ilkel insanın anlamadığı pek çok şey oluyordu, şimsekler, yağmurlar, kar, seller ve hatta Tufan. Hepsi anlaşılmazdı ve zamanlar bu doğal faaliyetleri tanrısallaştırdılar. Tarım yapabilmek için ise Doğa’yı gözlemlemeye ve onun düzenini anlamaya çalıştılar. İşte bu noktada belirli bir takvim oluşturmak ve günlük faaliyetleri buna göre idare etmek gerekti. Mevsimlerin ve onlarla gelen doğa olaylarının bir döngüsü vardı ve öngörülebilirdi. Öngörülebilen bir şeye de uyumlanabilirdi topluluklar. Zamanla insanoğlu hep başını kaldırdığı ve yukarıdan geldiğini hayal ettiği Tanrılarıın diyarı olan gökyüzüne ve yıldızlara dikti dikkatini. Bu noktada Astroloji ve Astronomi büyük önem kazandı.
Tüm kadim topluluklara baktığımızda astroloji ve astronomiye bugünün toplumlarından daha fazla önem verdiklerini, şehirlerini bunlara göre dizayn ettiklerini, hatta yaşamlarını bunlara göre düzenleyip, adaklarını bile buna göre sunduklarını görürüz. Hatta astoloji ve astronomiye hakim olduktan sonra çarkları ileriye çevirmeyi de düşünüp geleceği ve getirdiklerini öngörmeye çalıştılar. Krallar savaşlara girerken astroloji ve yıldızlara danışır oldular.  
Mayalar tüm toplumlar arasında en ileri astronomi bilgisine sahip olan topluluktu ve takvimleri en iyisiydi. Gerçi Hindistan’daki binlerce yıllık kadim Vedik metinler Brahma’nın döngüsel olarak tezahür ettiği Brahma’nın gündüzü ve geceleri kavramıyla döngüsel bir evrensel tezahür ve yıkımdan söz ederler ve milyarlarca yıla tekabül eden Brahma’nın bir gününü çeşitli alt periyodlara bölen bir takvime sahiptirler. Bu sınıflandırma kadim Hindu rahiplerine geleceğe dair evrensel ve astronomik öngörüler yapma olanağı da kazandırmıştı. Hindu kozmolojisine göre bizler şu an Kali Yuga döneminde yaşıyoruz ve bu dönem toplumsal ahlak ve değerlerde bir çöküşün tüm dünya genelinde hakim olduğu bir çağ olarak geçer ki bu dönemi bir yükseliş dönemi takip edecektir.
Sümerliler de gökleri incelediler ve tıp, astronomi, matematik ve diğer alanlarda o zamana göre inanılmaz karmaşık ve dokümante edilmiş, hatta günümüz biliminin bakış açısını yansıtan bilgilere sahip oldular. Okul zamanlarından hatırladığımız Hammurabi Kanunları, tekerleğin keşfi, hastalıkların ve çözümlerinin sınıflandırılmaları gibi yaklaşımlar Sümerliler ile ortaya çıktı. Ancak tarih sayfasından bir anda beliren Sümerliler çok kısa zamanda tekerleğin keşfinden usta Zigurat yapımcıları haline geldiler ve ileri seviyede astronomi bilgileri edindiler. Ne oldu da bir toplum bu denli kısa sürede böylesine büyük gelişim kaydetti?  Kadim Sümer metinleri Marduk adında bir gezegenden bahseder. Marduk bizim Güneş sistemimizin bir parçası olmakla birlikte bilinen 9 gezegenden farklı olarak 3600 yıllık bir yörüngeye sahiptir ve 3600 yılda bir çevresindeki 3 ayı ile birlikte Jüpiter ve Dünya arasından geçerek gezegenimizde büyük değişimler meydana getirmiştir. Bu yüzden de “Geçiş Gezegeni” olarak adlandırılır. Zecheria Sitchin’in “12nci Gezegen” adlı kitabında bu konuda derin ve gayet detaylı açıklamalar vardır. Marduk’un bir önceki geçişi M.Ö. 1600’lü yıllarda olmuştur. Thera Yanardağı’nın patlaması kadim metinlerdeki anlatımlara göre Hindistan’dan bile duyulmuş ve patlama sonrası atmosfere atılan küller yüzünden Akdeniz bölgesi 6 ay boyunca güneş ışığından mahrum kalmıştır. Her ne kadar bilimsel olarak kanıtlanmamışsa da eğer gerçekte varsa, Marduk’un bir sonraki geçişi bu yüzyılda olacaktır ve 2012 kehanetçileri bu yüzden 21 Aralık 2012’yi Marduk ile de ilişkilendirmişlerdir.
Mayalar takvim ve astronomi konusunda en ileri toplumdu. Her ne kadar ilkel ve basit bir yaşam yaşasalar da nasıl olduysa bu 2 alanda göründüklerinden öte çok derin bir bilgiye sahiptiler. Mayaların takvimleri birkaç bin yıllık bir dönemi kapsamasının ötesinde milyonlar hatta milyarlarca yılı kapsayan bir takvimdi. Neden bir toplum böyle bir takvim geliştirsin ki? Neden buna ihtiyaçları olsun ki? Hindu kozmolojisi de aynen milyarca yıllık bir döngüden bahseder ve o zamanlar 40 yıldan fazla yaşamayan insanlarla nasıl oldu da böylesine inanılmaz uzun dönemleri kapsayan takvimler geliştirdiler ve hatta nasıl oldu da doğayı böylesine gözlemleyebildiler? Belki de Mayalar ve Hindular hatta Sümerler de, bugün piramitler, ziguratlar, mega antik şehirler, astronomik takvimler, mitler ve hikayeler ile ardlarında dağınık ve birleştirilmesi zor bilgi kırıntıları bırakan çok gelişmiş daha eski bir toplumun Tufan öncesi bazı bilgilerinin bugüne köprü olacak şekilde ışık taşıyan elleriydiler. Kim bilir?
Ancak 21 Aralık 2012 geçti gitti ve o gün hiç birşey olmalı. Ne kıyamet, ne felaket, ne Tufan, ne Foton Kuşağı ile gelen karanlık ve ne de dünyadışı varlıkların dünyayı istilası ve ya kurtarışı. Bence bunun hiç bir önemi de yoktu zaten.  Bunlar olsa ne olur? Tabii felaket denilince akla hemen maddi ve manevi sahip olunan ŞEY’lerin telafili ve ya telafisiz bir biçimde kaybı geliyor. Korkutucu olan da bu. Ölüm ve kaybetme korkusu insanın en temel korkusudur. Kıyamet Günü, günah-sevap dengesi, cennet-cehennem korkusu vs de bunu izliyor.
Farzedelim ki gök gürledi ve yer yarıldı ve kaçacak yer yok. Ne yapabilirsiniz ki kendiniz ve sevdiklerinizi korumaktan başka? Yapabilecekleriniz bir yere kadardır ve sonrası Makyavel’in Prens adlı kitabında bahsettiği gibi “talih ve erdem” ile bahsettiği gibidir.  Yani kişi erdemlerini ve kendini geliştirmek için durmadan ve yılmadan çabalar VE talih kapısını çaldığında o talihi yakalayabilecek farkındalık ve yetkinliğe sahip olur. ANCAK erdemlerini ve kendini geliştirmeyen kişi, talih kapısını çalsa bile bunun farkında olmaz ve farkında olsa bile talih trenini yakalayamaz. Burada talihten kastım Milli Piyango ile gelen talih kuşu değil, hayatın karşımıza sunduğu fırsatlardır....aşk, iş, yeni bir yol, öğrenme fırsatı, vs.  Yani erdemlerinizi bilediyseniz, iyi insan olduysanız yapmanız gerekeni yapmışsınızdır.
2012 ve ya sonrasında herhangi bir doğal afet olsun ve ya olmasın, önemli olan kişinin tekamül seviyesidir. Her şey yıkılsa bile eğer kişi tekamül seviyesine göre kurtulacaksa, kurtulacaktır. Önemli olan kurtulmak ve ya kurtulmak düşüncesi de değildir... esas olan Hint Felsefesi’nde “Karma Yoga” olarak bahsedilen, “herhangi bir faaliyeti o eylemin meyvelerini düşünmeden yapmaktır. Sadece doğru olanı yapmak adına yapmaktır”.  Yani “bunu yaparsam ne olur, ne fayda sağlarım”, ve ya “neyi kaybetmem” vs tarzı determinist davranmaya çalışmak ve korku, kaygı, endişe ile hareket etmemektir. Gereken neyse onu yapmaktır. Bir örnek üstünden gitmek gerekirse, farzedelim ki bir iş görüşmesine gidiyorsunuz ve şıkır şıkır takım elbisenizi giymiş 30 dakika sonraki görüşme için aracınızı park etmiş kaldırımda yürüyorsunuz. Tam o sırada bir araç yakınınızda kaza yaptı ve aracın içine bir çocuk sıkıştı. Ve çevredekiler bir şey yapamıyor ancak siz aldığınız arama kurtarma eğitimi sonucu ne yapmanız lazım biliyorsunuz. Vurucu soru şu...30 dakika sonra olan ve hazırlandığınız hayalinizdeki iş için olan görüşmeye gecikmemek için olayı pas mı geçersiniz YOKSA durup yapmanız gerekeni yapar ve çocuğu kurtarır mısınız? Tabii burada bahsettiğim “sonunu düşünen kahraman olamaz” diyerek herşeye bilinçsizce atlamak değil, doğru olan noktada doğru olanı yapmak için adımı sonsuz bir iman ile atmaktır. Örnek ekstrem bir örnek olabilir ama olayları ekstrem noktalara çekerek düşünmek kişinin kendine ve verdiği tepkilere ayna tutması için güzel bir araçtır, zira zor durumlarla başa çıkma becerimizi gösterir. Bir insanın iç yüzü zor zamanlarda kendisini gösterir.
Doğru olanı yapmak ve koşulsuz, karşılıksız, kararlı bir şekilde harekete geçerek davranmak ise ancak erdemleri bilmek ve hayatı erdemlerle, dengeli, ölçülü, karşılıksız ve tutarlı bir şekilde yaşamaktan geçer. Erdemleri bilmek için önce onları öğrenmek gerekir. Cehalet odasından çıkmak için ise araştırmak, buna sahip olanlardan feyz almak, okumak ve tefekkür etmek iyi bir başlangıçtır. Ancak sadece bilmek yetmez. Sadece bilecek ve bildiklerini hayata geçirmeyeceksen, hiç bilme daha iyi. Yapmayacaksan neden bilesin ki. Cehalet de bir türlü mutluluktur ama düşük seviyeli bilinçsiz bir mutluluk. Bilmek, yapmak ve olmak farklı bilinç ve tekamül seviyeleridir. Bilgi çağında herşeyin internetten bir tık ile bulunabildiği bir zamanda bile maalesef doğru ve yararlı bilgiye ulaşmak zordur. Eski çağlara göre çok kolaydır ama bir o kadar da zordur çünkü eskiden az ve öz olan bilgi kısıtlı sayıda kişinin elinde ve elde edilmesi zor iken, günümüzde ise bilgi her yerde, çok farklı şekillerde, çok farklı yöntemlerle, çok fazla sayıda insan tarafından aktarılmaktadır ve hangi bilgiler saf, hangileri katıksız ve yararlı bilgidir teyid etmesi zordur.  Kişi bu yolda çalışmaya önce niyet ederek sonra gayret ederek çalışır, elinden gelenin en iyisini yapar ve “talih-erdem” ile yukarıda bahsettiğim şekilde gerisini Allah’ın takdirine bırakır; ki bu da kısmettir.
Özetle hayatın nihai amacı tekamül etmektir. Bunun için de her birimizin bu yaşamda alacağımız derslerden oluşan bir kaderimiz vardır. Bu kader biz bilmesek de bellidir ama oraya götüren yollar çeşitlidir ve kişinin özgür iradesinden gelen seçme hakkı bize biçilen o kadere bizi götürecek yol ve yolları seçmek ve seçtiğimiz yolun bize getirdiklerinin sorumluluğunu alarak  tecrübeden öğrenmektir.  Her şey olması gerektiği gibi olur. Tanrı’nın düzeni şaşmaz bir şekilde olması gerekeni, olması gereken zamanda ve olması gereken şekilde karşımıza çıkartır. Bu yüzden kişisel tekamülümüz için hayatı okumalı ve almamız gereken dersleri farkederek, bize hayatın tuttuğu aynada kendimize bakarak erdemli bir yaşam için NİYET-GAYRET-KISMET ile yaşamalıyız. Ancak bu şekilde cehaletten kurtularak bilmeye başlar ve bildiklerimizi de hayata geçirerek “yapmak” noktasına ulaşabiliriz. Tabii “yapmak” noktasından sonra da bir de “olmak” noktası vardır ki bu nokta artık nefes alır verir gibi yapmaktır ki işte bu bizi sonsuz bir yol olan kamil insan olma yoluna sokar.
“Hamdım, piştim, yandım” derken Mevlana’da bilmek, yapmak ve olmak yolundan bahsetmiştir. Bu yol kolay bir yol değildir ve herkese göre de değildir ancak tekamül yolu budur. Ve bu yolda olan bir kişi belli bir tekamül noktasını geçmiş ise, o zaman 2012  kehanetlerinden zihnen bağımsız bir yaşam sürer, korku, kaygı ve endişeyi bir kenara bırakarak, yaşadığı anı en büyük farkındalıkla içine çekerek, o andan öğrenmesi gerekeni öğrenir. Zira sadece ŞİMDİ vardır. ŞİMDİ’lerin arka arkaya eklenmesiyle hayatımız karelerin eklenmesiyle oluşan bire sinema filmi gibi şekillenir. Tekamül için hemen ŞİMDİ’den daha iyi bir an yoktur.
Evet 2012 geçti, bitti. Ya da bitmedi mi 2014 mü acaba? Yada 2023 mü ve ya 2100 küsur. Bu gibi sorular ve kaygılar önemli değil. Her şey olması gerektiği gibi olacaktır bu sonsuz Evren’de ve bizlerin yapabileceği kendi içimize bakmak ve kendimize ayna tutmak, sonra ne olmak istediğimize karar vermek ve aradaki farkı pozitif anlamda kapatmak için aksiyona geçmektir. Aksiyon için ise tek an vardır ki o da ŞİMDİ’dir. Tek yapabileceğimiz kendimizi değiştirmektir. Her şeyi yaptıktan sonra gerisi Allah’ın takdiridir...yani kısmet.
Sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın.
Kenan Kolday

1 yorum:

  1. Su an tamamini okuyamadim. Nedense uzun yazilara vakit harcamak guctur. Fakat goz gezdirdigim kadariyla Allah'in takdirinden bahsetmen konuyu özetlemis zaten. Insanoglu ne kadar ilerlerse ilerlesin, bilimde-ilimde, sonuc Allah'in takdiridir ve bunu göz ardi etmek aklin sonunu getirmektir diyerek ufaktan bir yorum patlatayim dedim gardas :)

    YanıtlaSil