27 Ağustos 2013 Salı

Her günü tatil gibi yaşamak

Yaz çoktan geldi, hatta bitiyor. Yakında okullar açılacak. Ramazan Bayramı’nın bitmesiyle uzun süredir beklenen tatiller yapılıyor. Tatil herkesin ihtiyacı ve birçok insan bunun hayaliyle tüm yıl yaşıyor.
Tatil ne kadar önemli değil mi? Günlük yaşamın koşturmacası içinde hepimiz bir an için işten güçten uzaklaşmak ve sevdiklerimizle zaman geçirip kafamızı dağıtmak için tatil yapmak ihtiyacındayız. Maalesef bir çok insan yoğun iş temposu  ve beklentiler okyanusunda bir hafta tatil yapmadan yıllarca çalışıyor. Bazıları kendine bunu hak bile görmüyor maalesef. Bazıları ise kısıtlı imkanlar sebebiyle düşünemiyor.
Neden tatil bu kadar önemli peki? İnsanlar tatile çıkınca öncelikle sevdikleriyle daha fazla zaman geçirmek için fırsat buluyor. Bunun da ötesinde kendisine zaman ayırabiliyor. Hafta sonu gibi kısa bir zamanda gidip göremedikleri yerlere gitme fırsatını buluyor. Ancak bir çok insan için tatil gündelik hayatın koşturmacasından bir kaçış yolu olarak görüyor. Bu kaçış, yoğun bir iş temposu ile geçen gün sonunda insanın stresini spor yaparak veya erken uyuyarak atmaya çalışmaktan farksız. Bu kaçış ile insanlar gündelik sorunlardan bir an için zihinsel bir kaçış yaşamaya ve dinlenmeye çalışıyorlar.
Neden bir kaçışa ihtiyaç var, NEDEN? Çünkü hayat zor ve temposu yüksek. Talepler kesin ve net. Yük çoğu insan için ağır. Çoğu insan için nefes almaya zaman yok. İnsanlar her gün kolay ve zor, iyi ve kötü, adil olan ve olmayan birçok olay yaşıyorlar. Zıt durum ve haller arasındaki gitgel içinde strese giriyorlar. İnsanı acil durumlardan korumak için var olan bir savunma mekanizması olan stres, hayatın her anında kişiye bir yol arkadaşı olunca insanlar mutsuz oluyorlar. Mutlu olmak için akşam evine ve ailesine gitmeye, dostlarıyla vakit geçirmeye, yılda birkaç hafta kaçıp tatil yapmaya ihtiyaç duyuyor. Bir ara vermeye olan bir ihtiyaç bu. Bu çok normal, ancak normal olmayan şey tüm bu kaçışlara rağmen kalıcı huzur ve mutluluğa sahip olunamaması ve devam eden stres ile gelen etkiye otomatik tepki veren otomatik bir hayat yaşanması.
Tatil bitip gündelik yaşama dönünce geçici mutluluk hali bitiyor. İnsan ruhu evrensel dengeyi kendi içinde bulduğu  bir hayat arar. İnsanlar tembel değildir ama aptal da değildir. Aradıkları onurlu, mutlu ve başarılı bir dengedir. Tatil de bir telafi metodu ama günümüzde tek başına yetmiyor.
Peki sadece hafta sonlarını düşünerek ve tüm yılı bir iki haftalık tatil hayalleriyle yaşamaya mahkum olmadan, HER GÜNÜ TATİL GİBİ YAŞAMAK da mümkün desem ne dersiniz? Tatilin kaçıştan gelen dayanılmaz hafifliğine kapılmadan yaşamak mümkün desem. Tatil hissinin getirdiği mutluluk hissinin geçici olduğunu söylesem. “Bu bir hayal, Bu olamaz” denildiğini duyar gibiyim. “Ya da ne saçmalıyor bu adam!!” denildiğini de. Ancak bu mümkün ve bunu yapmak için ne sarhoş olmaya, ne kafayı bulmaya, ne ilaç almaya ihtiyaç var. Bu kalıcı ve dengeli bir zihin halini yakalamak ve hayatımızın her bir anında başımıza gelen olaylara bilinçli ve farkındalıklı tepki verebilmek ve etkilenmemek ile mümkün. Zor değil ama kolay da değil. Olay sadece mevcut zihinsel tutum ve davranışlarımızın farkına varıp, bilinçli bir hale geçmek ve her anı böyle yaşamak. Çevremizdekilerin, olayların, ve koşulların kuklası olarak yaşamak yerine, özgür irademizle kendimizin ve yaşamımızın kontrolünü ele almak, kendimize ve hayata dair yüksek farkındalığa sahip olmak, hayattaki hedeflerimizi bilip buna göre bilinçli seçimlerle yaşamak, fikrimizde ve zikrimizde dengeli ve ölçülü olmak ve doğa ve evren ile uyumlu yaşamaya geçmekten bahsediyorum. Bu bir dönüşüm, bir metamorfoz. Bir tırtılın kozasına girmesi ve kelebek olarak çıkması hali. Bu tırtıl sürünerek ilerlemek için değil, uçmak için yaratılmış ancak tırtıl iken bunu bilmiyor, bilemiyor ta ki o mucizevi dönüşüm anı tamamlanana dek.
Her günü tatil gibi yaşamak, tatil ile elde edilmeye çalışılan o zihinsel huzur ve dinginlik durumunu kalıcı olarak yakalamak ve hayatın her bir anında onu koruyarak yaşamaktır benim için. Evet bu bir zihin hali ve herkes bunu yapabilir. Bu bir Zen Budist rahibinin “Aum” çekerek meditasyon yaparak yakaladığı bir mistik hissiyat değil. Nirvanadan da bahsetmiyorum ama ona giden yollardan birine işaret ediyorum. Ya da sadece hayattan keyif almamızı sağlayan şeyleri yaparak tüm bir günü ve yılları keyifle geçirmekten de bahsetmiyorum, zira insan kalıcı mutluluğu geçici ve anlık keyif veren şeylerle elde edemez. Kalıcı mutluluk için kalıcı bir olumlu zihinsel tutuma ve bakış açısına sahip olmak gerek.
Her günü tatil gibi yaşamak bir zihin hali. Bir özgürlük hali. Hem bu dünyada yaşamak, hem de ona bağlı olmama hali. Bu mümkün, yeter ki ona ulaşmayı seçin.
Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın, ahenkli ve dengeli olun.
Sevgiler,
Kenan
Copyright © 2013  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.

6 Ağustos 2013 Salı

Denge

“ Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın” - Victor Hugo
“Her şeyin ortası iyi, çoğu zararlıdır” -  
T. Plautus
“Okunu hedeften öteye atan okçu, okunu hedefe ulaştıramayan okçudan daha başarılı değildir” -
Montaigne
“Hiçbir şey insan için " ölçüsüz tenkit" veya " aşırı medih" kadar zararlı olmaz” -
Goethe



Denge en basit haliyle, “herhangi bir olgunun türevinin sıfıra eşit olma durumu veya farklı etmenler altında değişen olgularda karşıt etmenlerin birbirine eşit olması ya da bir sistem söz konusu olduğunda sistemin değişmemeye eğilimli durumu”dur.
Günlük kullanımda daha çok fizikte ve kişinin ruh halini tanımlamada kullanılmakla birlikte denge evrendeki en temel şeydir. http://www.naacel.blogspot.co.uk/2013/06/neden-dunyada-bunca-kargasa-var.html linkindeki yazımda da belirttiğim gibi evren “kutupsallık yasası” ışığında karşıt güçlerin harikülade dansına sahnedir. Zıtlıkların dansı ise bir diğer evrensel yasa olan “etki-tepki yasası” (fizikte eylemsizlik yasasıdır) ile dengelenir. Denge nedir peki? Denge noktası zıtlıklar arasındaki gelgitin orta noktasıdır. Bu öyle bir orta noktasıdır ki karşıt iki unsurun güçlerinin birbirlerine etkisi eşitlenmiş ve zıtlıklar birbirlerini dengelemiştir. Zamanında Suriye’yi fethe giderken Büyük İskender’in akıl hocası Aristo’ya mektupla sorduğu ve aldığı cevap gibi bu orta nokta karşıt güçlerin birbirleriyle mücadele etmekten yorulup barış yaptığı bir doğal denge noktasıdır.
Evren açısından baktığımızda ilk tür denge zıtlıklar arasındaki bir orta nokta halinin yaşandığı bir denge halidir. Bu duran bir cismi o noktada tutan bir denge hali de olabilir, ya da bir gezegen çevresinde dolaşan bir uydunun merkezkaç ve yerçekim kuvvetlerinin birbirlerini dengelemesi sayesinde oluşan bir hareketli denge de olabilir. Önemli olan iki zıt kuvvetin dengelenmesidir.
Yaşam açısından baktığımızda ise denge çok daha önemli bir hal alır. Doğum sonrası çocukluğun ilerleyen yıllarında akıl-beden-ruh üçlüsü gelişen çocuk kendi içinde olsun, aile ve sosyal yaşantısında olsun, yaşadığı coğrafya ve kültür olsun bin bir tür unsurun etkisine maruz kalır ve bunlara tepki vermeyi öğrenir. Düşünen insanın bir diğer büyük gücü de özgür iradesiyle seçim hakkını kullanmak ve gelen etkiye verdiği tepkiyi seçmektir. Elindeki muza yanlışlıkla çarpan bir diğer insanı maymunların yaptığı gibi sorgu sualsiz pataklamak değil, durumu ve olayı analiz ve sentez ederek muhakeme eden ve sonra karar alarak tepkisini bilinçli verme halidir. İşte bu insanın zihinsel, duygusal ve ruhsal yönlerinin uyumlu birlikteliği ve denge halidir.
Kişi “”hayat okulu”nda yaşarken belli bir kişilik geliştirir ve yaşadığı tüm olumlu ve olumsuz şeylere bu kişiliği ile tepki verir. Çoğu zaman da kurulmuş gibi otomatik olarak ve uykudaymışçasına tepki verir. Bazen çok kötü tepkiler verir ve çevresindekileri ne denli kırdığının farkına varır. Utanarak ve üzülerek negatif yönünü tadar. Öğrendiklerinden yola çıkarak gelişmek için kararlar alır ve uygular.
Bazen de pozitif tepkilerinin insanların hayatlarına nasıl olumlu katkıda bulunduğunu görür ve bunlardan öğrenerek güçlü yanlarını nasıl fark yaratmak için kullanacağını öğrenir. Mutlu olur, takdir alır, ilgi görür, başarı hissini tadar. Bazen de bir evliya gibi davranmasına rağmen çevresindekilere geri bildirim vermediğinden onların öğrenmelerine fırsat vermediğini ve uzun vadede bunun kendine ve karşısındakilere zarar verdiğini görür. Bilgelik olmadan evliya olunmayacağını öğrenir. Bazen de kendini korumak adına bilinçli olarak zor insan maskesi takmak yerine sadece empati kurarak ve karşısındakine sorular sorarak ve sonra onu kalben anlayarak farklı yollar ile sonuca ulaşabileceğini öğrenir.
Kişi zıt uçlar arasında ekstremlere kaymamaya özen göstermelidir. Bu gerekliyse yaşanacaktır ancak aşırı uçlara kaymanın bedeli de maddi, manevi büyük olur.
Zıtlıklar ve denge bir paranın iki yüzü ve iki yüz arasındaki kalınlık gibidir. Her ikisine de ihtiyaç vardır ve kişi dengenin her iki tarafına salınarak kendisi ve yaşam için doğru kararlar vermeyi öğrenir. Hatta öyle bir an gelebilir ki, kişi tam denge noktasında hiçbir şeyden etkilenmeyerek kalmayı bile başarabilir. Ancak zamanla onu da öğrenir ki, mutlak denge noktası ancak Tek ve Bir olan Yaradan içindir ve esasında kişinin mutlak denge noktası olarak kaldığını sandığı nokta duygusal ağırlıklarını kendi içinde derine gömdüğü bir noktadır. Kişi Yaradan değildir. O’nun parçasıdır ama O değildir ve bu yüzden mutlak denge noktası insan için değildir.  Amaç sadece insan için o noktaya yakınlaşmaktır.
Kişi bu sahte mutlak denge noktasında kalabilmek için duygularından ve hayatından feragat eder. Hareket halinde olmanın getirdiği tecrübeler zincirinden öğrenme fırsatlarını kaçırır. Hareket halinde olan insan deneyen, hata yapan ve hatalarından ders alan insandır. Hayat coşkusu ve tutkusunu kaybeder. Sanar ki denge noktasından sapmak günahtır, çünkü o noktayı uzun çabalar ve tefekkür dolu yıllar sonucunda dengenin her iki tarafında birçok şey yaşayarak ve öğrenerek bulmuştur. Ancak mutlak denge noktasının insan için minimum varyans noktası olduğunu fark ettiği an rahatlar ve yaşamı olabildiğinde yaşamaya başlar. Varyans iki zıt uç arasındaki salınım miktarıdır ve amaç onun asgari kılmaktır. Mutlak denge diye bir şey yoktur. Denge noktası insan için zıt kutuplar arasında gelgitin en az olduğu noktadır.
Denge demek sanılım yok demek değil. Mutlak denge insan için değil. Bu arada zaman zaman salınım olabilir de çünkü insanız ve duygulara sahibiz. Bunları yaşamak ve onlardan öğrenmek lazım. Öğrenmeyecek ise ne diye bu yaşam? Önemli olan aşırı uçlara kaçmadan yaşamak ve doğru olanı yapmaktır. Amaç her ne olursa olsun, övgüden de sövgüden de etkilenmemektir. İyiden de kötülükten de etkilenmemektir. Tabii ki olaylar karşısında duygular yaşanacaktır, ancak önemli olan duyguları abartmadan yaşamak ve gece yatarken günlük elbiselerimizi çıkardığımız gibi çıkarıp dolaba koymaktır. İşte böyle bir insan için dengededir denebilir. Duyguları kabul ve tevazuyla yaşar ve sonlar onlar akar gider. Kendini duygulara ve yaşama kapatmaz.
Çok özel zamanlar olur ki bu dengedeki kişi denge noktasından uzaklaşabilir. Bu bilinçli bir uzaklaşmadır ve bazen gereklidir. Gün gelir dengede kalmak o an için doğru olmaz. Bazen savaşmak da gerekir. Bir zorba karşısında olduğu gibi. O zaman dengenin her iki tarafını da bilerek, bilinçli bir şekilde davranışını seçer. Cebinde taşıdığı erdemler torbasından gerekli olanı seçer ve uygular. Denge demek savaşmamak değildir. Yeri geldiğinde, doğru ve adil bir amaç uğruna savaşır ve ölmeyi bile göze alır. Örneğin sevdiklerini ve ülkesini korumak adına ülkesini işgal eden düşmana karşı kanının son damlasına dek savaşır ama savaşırken düşmanına bile adil davranır, doğru olmayan şeyi yapmaz. Mevlana’nın dediği gibi “elinde olsa bile günaha el sürmez” ve kul hakkı yemez”. İradesiyle elinizdeki gücü dengeli ve ölçülü kullanır. Yani hala denge noktasındadır ama doğru olanı yapmak için iç dengesini bozmadan “mış gibi yapar” ve bilinçli olarak bir role bürünür. Ama oynadığı rolüne kendini kaptırmaz ve onunla özdeşlezmez.
Böyle bir insan için yaşam zıtlıkların farklı kombinasyonlarının oluşturduğu bir çeşitlilik zenginliğidir. Bu zenginlik öğrenmek için en güzel fırsattır. Anı yaşar ve akışta kalır. “Gezen kurt aç kalmaz” misali hareket eder. Belli bir amacı ve ilkeleri vardır ve erdemlerle yaşar. Yaşar ve çevresine de ışık olur. Her bir andan, karşılaştığı her bir insandan öğrenir, yoluna devam eder.
Bir diğer tür denge vardır ki o da  görünen ile görünmeyenin dengelenmesidir. Görünen alemin arkasında daha da büyük bir görünmeyen alem vardır. Maddi ve mana alemi. Ya da dünya ve ahiret yaşamı. Dünyevi ve ruhsal yaşam...ne dersek diyelim ama bu iki alem arasında da bir denge vardır. Bazı insanlar vardır, dünya yaşamından koparak her an ruhsal alemde fikren yaşamayı sever. Diğerleri ise sadece eller havaya modunda diğer alemden koparak yaşar. Denge her iki tarafı da bilip denge halinde yaşamaktır. Amaç ne dünya nimetlerinden elini çekmek, ne de  kendini tatmin etmek için arzu ve hırslara fazlasıyla bağlanmaktır.
Big Bang Teorisi ile evrenin ilk yaradılış anına gittiğimizde her şeyin fiziken tek bir noktadan, bir denge noktasından ani bir patlayışla oluştuğu görüyoruz. İlginçtir ki, henüz modern fizik ve astronominin ortaya çıkmasından 5.000 yıl önce dünyanın  farklı köşelerindeki kadim metinler evrendeki her şeyin bir teklik halinden ortaya çıktığını ve sonrasında zıtlıkların dansının egemen olduğu bir çoklu tezahür ortamından bahseder. Bu açıdan baktığımızda denge demek her şeyin o ilk doğum anına bir an için geri dönmüş gibi yapmaktır.
Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın, ahenkli ve dengeli olun.
Sevgiler,
Kenan
Copyright © 2013  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.

1 Ağustos 2013 Perşembe

Mürşit

“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” - Mustafa Kemal Atatürk
 Öğrenci hazır olduğunda öğretmen gelecektir”- Kybalion
Doğuyor, yaşıyor ve ölüyoruz ve bu döngü öylece devam ediyor. Yaşam nehrinin üstünde öylesine sürükleniyor gidiyor çoğu insan. Çoğu insan bu uzun nehrin coşkulu ve güçlü akışı içinde sandal üstünde kalmaya ve önlerine çıkan taşlara sandalı vurmamaya gayret ederek geçiriyor günlerini. Bundan da keyif alıyor.  Sadece önüne bakıp kürek vuruyor, şarkı söylüyor. Doğan ve batan güneşin altında gidiyor da gidiyor.
Uyanmayı isteyen ve sonra da başaran bazıları ise “neden bu nehirdeyim?”, “nehir nereye akıyor?”, “başka imkanlar var mı? vs gibi acayip soruları sorarak biligi edinmeye ve araştırmaya başlıyorlar. Öğrendiklerini düşünmeye ve irdelemeye başlıyorlar ve de hazmettikçe farklı kapıların içlerinde açıldığını görüyorlar. Tabii bunca düşünsel eforu sandalı sürerken harcıyorlar. Kapılar açıldıkça kişi bildikleri karşısında uygulamaya geçmeyi ve öğrendiklerini hayatının her alanında uygulamaya çalışıyor. Düşe kalka geçen denemeler ile de kalıcılığı sağlıyor. Öğrendikçe de paylaşmak istiyor sonra.
Gurdjieff’in bahsettiği gibi uyanış için her zaman bir ilk dış etki gerekiyor. Bu etki bazen bir büyüğünüzün söylediği özlü söz, yada olumlu/olumsuz bir olay sonrası kişiyi düşünmeye ve tefekküre iten bir olay, rol model bir liderden alınan ilham, bir Afrika yerlisinin “ubuntu” diyerek yaşaması, izlenilen bir sinemada verilen mesajın içinizde yeşerttiği fikirler ve derin duygular, iç mutsuzluklar, kırık bir kalp vs vs...örnekler daha da artırılabilir. Bu ilk etki de bir nevi mürşittir. Hayatın kendisi ve yaşanılanlar en önemli mürşiddir, zira bir yaşadıklarımızdan öğrendikçe gelişiriz. Her verilmeyen sınav farklı versiyonlarda, farklı ortamlarda ve farklı kişiler adı altında tekrar tekrar oynar durur; taki kişi öğrenene kadar. Atılan her bumerang tekrar bize geri gelir. Yani kişinin ille de kendisini geliştirmesi için karşısına kanlı canlı bir insan çıkıp ona ışık olması gerekmez. Hayat kitabının kendisi mürşiddir; tabii ki okuyana ve okuduğunu anlayana ve hatta anladığını uygulamaya geçirene.
20 yüzyıl ile gelişen teknoloji tüm dünyayı bir kasabaya dönüştürdü. Internet devrimi ile elimizdeki imkanlar bilgiye inanılmaz derecede hızlı erişmemizi sağlıyor. Ancak bilgi çöplüğü de fazlasıyla var ve doğru bilgiye ulaşmak 100 yıl öncesi kadar da zor. Herkes standart bilgiye ulaştığından bilgiç kesilip akıl veriyor ve doğruluk nehrinin suları daha da bulanıklaşıyor. Ancak eldeki imkanlar ile artık eskisi gibi bir dağın tepesindeki manastıra gitmeye ve orada bir ustanın dibinde yıllar geçirmeye gerek kalmadan da temel bilgileri almak mümkün. Antik Yunan’da “7 temel bilim” olarak geçen ve herkesin öğrenmesine açık olmayan ve çoğu zaman inisiyatik okullarda okutulan dersler ve hatta fazlası günümüzde artık okullarda veriliyor. Okulda verilmeyenin fazlası internette var. Ama hala bilgelik ne sınavlar, ne dersler, ne de kurslarla verilemiyor. Bilmek-yapmak-olmak üçlemesinde olmak ile paralel olan bilgelik sadece zihinsel hazırlık ve uygulamadan gelen deneyim ile kazanılıyor ve kısa zamanda aktarılamıyor. Yani yapmaktan olmaya geçmek için hala bir mürşide ihtiyaç var. Ama yine de bu mürşidin ille de yanınızda olması gerekmiyor, zira düşünen, kafa yoran ve deneyerek öğrenen, öğrendiğini ileriye götürüp uygulayan insan bilgelik yolunda öğrenebilir. Büyük insanların, bilgelerin,kahramanların hayatları okuyan için inanılmaz bir feyz alma kaynağı...ancak ve ancak okuduklarından feyz alıp uyguladığı sürece.
Herkes yanı başında olan kanlı canlı bir mürşit ile çalışma fırsatı bulamıyor. Çok az insanın sahip olduğu bu imkan özel bir durum. Freud’un el veridi Jung onun fikirlerini ileriye götürmüş. Sokrates Platon’a el vermiş, Platon da Aristo’ya. Thales-Anaksimandros-Anaximenes-Heraklitus hepsi birbirlerini sırasıyla etkileyerek el vermişler. Bu insanların yanı başlarında büyük bir irfan sahibi üstat ile zaman geçirme fırsatları varmış ve onlarda sonradan gelene el vermişler. Bu az rastlanır bir şans ancak 21 yüzyıl insanın feyz alacağı çok fazla bilgi aktarımı bazlı şey var.
Ancak öyle şeyler var ki hayatta işte onlar için ille de mürşit gerekli. Peygamberlerin takipçilerine el vermesi, Kadim Mısır’da Osiris Mabed’lerinde ve Tibet’te üstatların lanularına bir sonraki aşamaya inisiasyon ile el vermesi, Tasavvuf ehlinin çırağına el vermesi...bunlar mutlaka bir yaşayan mürşit ile çalışmayı gerektirir. El vermek basit anlamıyla bilgi aktarımın yanında bilgi ve enerji ustalığı da aktarımıdır. Makro ve mikro kozmos bilgisinin aktarımıdır. Böyle bir noktada mürşit ile yürümemeyi seçen kişi “Star Wars” filminde sembolize edilen “karanlık tarafa” geçme riskini taşır; yani elde ettiği güç kontrolsüz güç olacağından kendine ve başkalarına zarar verebilir ve hükmetmenin de gücünden keyif alıp bir tirana dönüşebilir.
Hayat kitabını okumaktan daha iyi bir mürşit yok bana kalırsa. Hayatın içinde olmak, insanlarla etkileşimde bulunmak ve hatalarımızdan ders almak, onların geri bildirimlerinden yararlanmak, bir inanca sahip olmak, Ulu Önder Atatürk’ün dediği gibi ilim öğrenmek ve akıl süzgecinden geçirmek, sanata hakim olmak, felsefe ve mantık ile hayata dair sorular sormaktan daha güzel bir mürşit olamaz. Şehirde nirvana bu. http://www.naacel.blogspot.co.uk/2013/05/sehirde-kamil-insan-olmak.html
Tüm bunlar yanında insanın yakın çalışabileceği ve feyz alabileceği hatta el alabileceği üstatlar, mürşitler varsa ne ala. Hayat her zaman öğrenme fırsatlarını karşımıza çıkartır...her zaman. Yeter ki görüp fırsatı yakalayabilelim. “Öğrenci hazır olduğunda öğretmen gelecektir” ve yapabileceğimiz en büyük şey “yaşanılan olumlu veya olumsuz her şeye teşekkür etmek, minnet etmek ve O’ndan gelene “eyvallah” diyerek, “ışıklı yolumuza” yolumuza devam etmektir. “Yaradandan ötürü yaradılanı sevmektir”.
Unutmayın “bulanlar hep arayanlardır
Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın, ahenkli ve dengeli olun.
Sevgiler,
Kenan
Copyright © 2013  Yayın hakları Kenan Kolday'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.